'Kod Adı Çıkrıkçılar Yokuşu'
Türk siyasi hayatının önemli bir dönemecini teşkil eden 2002 seçimleri merkez sağdaki tasfiyenin yanı sıra, İslami siyasi hareketin dönüşmesini, milliyetçi siyasetin duraksamasına imkan verdi. Siyasi hayatına ancak Fazilet Partisi'nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olması iddiasıyla kapanması yol ayrımında olan Siyasi İslami Hareketin özelinde Milli Görüş'ün geleneksel ve yeni bir kimlikle yola devam eden kadrolarını çıkarttı.
Recep Tayyip Erdoğan 'bir bölen olmayacağım' diyerek sürdürdüğü tavrı nedeniyle yeni kurulan siyasi partiye sonradan eklemlenerek kurucu iradeyi eline geçirdi. Zira 312 mağduriyetinden dolayı 'Kurucu olmasını istemedikleri' Ak Parti için 'Kurucu olmadığım partiye genel başkan olmam' diye tavır koymuş, kurucuların içerisinde yer alarak zor da olsa genel başkan olmuştur.
Kimilerine göre Hoca'sına bağlılığı en belirgin özelliği oğluna bile 'Necmettin' ismini koymasıydı. Ancak Emin Saraç'ın ev sahipliğinde yapılan son istişare toplantısında Erbakan'ı razı edemeyen konuşması/konuşmalar sonucunda kendisine çizilen yeni yol şu şekilde özetlendi:
-Yeni Muhitin Hayırlı olsun!
Erdoğan'ın yeni muhiti siyasi gelenek olarak farklılaşmak zorundaydı. Mukaddesatçılık değiminin yeni versiyonu 'muhafazakarlık' yeni gömlek olarak kabul edildi. Değişime karşı dirençli toplum kesimi anlamına gelen muhafazakarlık, değişimin öncüsü olarak ortaya çıktı. Son zamanlarda Erbakan'a atfedilen 'Erdoğan'ın siyasi hareketini Erbakan destekliyordu' sözlerini teyit etmek için değil de siyasi birikimin hesabı olarak görülecek bir hatırayı nakledeyim.
2002 seçimlerinden sonra Ankara'da İçkale Otelde yapılan toplantında Erbakan seçim sonuçlarını değerlendirir. 'AK Parti kaç oy aldı?' diye sorar. Seçim sonuçları rakamsal olarak aldıktan sonra 'Saadet Partisi kaç oy aldı?' sorar. Kimseden ses çıkmaz. Hoca birkaç kere sorusunu tekrarlar. Sonra toplantıya katılanların ismini söyleyerek sorar:
'Saadet Partisi kaç oy aldı?' Gelen cevapları tekrarlar ve sözlerine Milli Görüş Partilerinin oy oranının '%36 olduğunu' söyleyerek devam eder.
Erbakan'ı anlamak kadar yorumlamak da önemlidir. Şimdi son genel seçimlerinden sonra Erdoğan'ı da anlamak kadar yorumlamanın ne kadar önemli olduğunun altını çizmek gerekiyor. Her ne kadar 2011 seçimlerinden sonra Paralel Yapı ile ilişkisinin bozulmasından sonra 'siyasi mevta' olacağına ilişkin yorumları hatırlarsınız. Ne şekilde olursa olsun yaklaşık on yıldır, iktidarına ve Türkiye'ye yönelik salvoları, seferleri savuşturan Erdoğan'ın 2020 yılına geldiğinde yine kendi iktidarına yönelik bölme/parçalama/yönlendirme girişimlerine karşı sessiz kalmadığını görmekte fayda var.
Sayın Ahmet Davutoğlu'nun Gelecek Partisi'nin kurma iradesinin her aşamasını adeta toplum mühendisliği gibi planlayan, organize eden Erdoğan; sayın Ali Babacan ile ilgili daha korumacı davranmasını yorumlamak gerekli. Ne şekilde olsun gitsin, Ak Parti'den kopsun denilen sayın Davutoğlu ve ekibine ilişkin Erdoğan'ı duruşunun ve zemini elverişli hale getirmesinin bir benzerini sayın Abdullah Gül'ün sergilediğini gözden kaçırmamak gerekli. Gelecek Partisi kadrosunun Erdoğan'a kızgınlığı kadar Gül'e karşı da kızgınlığını yorumlarda görebilirsiniz.
Elbette bu kopuş Ak Parti açısında bu durum safların atılması değildir. Böyle demek kadar bunu böyle yorumlamakta başta Davutoğlu kadar kadrolarına da büyük haksızlıktır. Ancak Davutoğlu'nun kopması ve partileşme süreci Erdoğan, Ak Parti kadar Gül'ü de Babacan'ı da rahatlatmıştır. Artık giden gitmiş partisini kurarak bir siyasi yürüyüş gerçekleştirmiştir.
Ancak sayın Ali Babacan ve ekibinin 31 Mart seçimlerinden bu yana kurdu/kuracak dedikleri siyasi parti kuruluşu 2020 yılının Şubat ayına geldiğimizde halen gerçekleşmemiştir. Elbette 'neden/sonuç' ilişkisi önemlidir. Eriyen, azalan, hükmedemeyen bir siyaset yeni bir şekle evrilecektir.
Sayın Babacan ekibiyle hareket eden hukukçu vasfı öne çıkan bir bürokratın 'Herkes bana soruyor. Neden geciktiğimizi anlamıyorum. Kimse de anlamıyor?' sözü aslında beklenilen parti kuruluşunu gerçekleştirmeye yönelik bir serzeniz…
Nitekim ANAP eski Başkanvekili Abdülbaki Erdoğmuş 'Yeni Oluşum' başlıkla yazında şu yorumu yapıyor:
'Sürecin ağır işlediği, eksik ve aksaklıkların olduğu, mehter yürüyüşü gibi iki adım ileri bir adım stop yaparak toplumda tereddüt ve güvensizlik oluşturduğu gözden kaçmamaktadır. Ancak geri dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkıldığı ortada iken baskılara karşı sağduyu ve makuliyet çağrısı yerine acele ile hareket edilmesini doğru bulmuyorum.
Partileşmeyi zorunlu kılacak olan politik arayışlar değil, ülkenin ve toplumun ihtiyaçlarıdır. Kaldı ki, parti altyapısının tamamlandığı, Genel Merkez binasının dahi tutulduğu kamuoyu tarafından bilindiği halde acele etmenin gerekçelerini anlamış değilim.
…./….Kişisel kanaatim; henüz uygun bir zemin, uygun koşullar söz konusu değildir. Partileşmek için uygun bir siyasi iklimin oluşmadığını düşünüyorum. Yıkmadan, dağıtmadan, yeni krizlere, kaos ve karmaşaya imkan vermeden, tersine bunları çözmek için yola çıkan Yeni Oluşum'un partileşmek için çok daha dikkatli, temkinli ve hazırlıklı olma mecburiyeti olduğuna inanıyorum.'
Ancak giden/gelenlere, getirdikleri/götürdükleri tekliflere baktığınızda siyasi parti kuruluşu biraz daha ertelenecektir.
Partileşme süreci geciktiği gibi Erdoğan, cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde, bakanlar kurulunda yapacağı revizyonu da geciktiriyor. Eylül ayında Başkan yardımcılığına hazırlanmış, buna ilişkin hazırlıklarını yapmış sayın Binali Yıldırım'ın son zamanlarda ki siyasi faaliyetlerini görüyor musunuz? Örneğin Elazığ depreminde Cumhurbaşkanı ile birlikte fotoğraf vermedi. Gitmedi, gelmedi. Sonradan kendi başına gitti. Açıklama yaptı, ziyaret gerçekleştirdi. Peki gerçekte ne oluyor?
Alığımız bilgilere göre Ak Parti değil de Cumhurbaşkanlığı ile Sayın Babacan arasında bir pazarlık diyebileceğimiz yol haritası oluşturuluyor. Siyasi sistemde yapılacak bir revizyon öneriliyor. Rusya modeli öne çıkıyor. Partili ancak parti genel başkanı olmayan bir Cumhurbaşkanı modeli…Aldığım bilgiler Cumhurbaşkanlığı İstişare kurulu üyelerinin aktif olduğu şeklinde…
Bir adım geri bir adım ileri. Tarafların makulde buluşma modeli bu şekilde. Ankara'yı bilenler bilir Çıkrıkçılar Yokuşu, Ankara ticaretinin kalburüstü esnafların geleneklerini de oluşturur. Çıkrıkçılar Yokuşu'nda yeni açılacak bir dükkanın diğer esnaflar tarafından desteklenmesini öngörür. Yalnızca dükkanda satılacak mallar konusunda destek olunmaz esnafa. Rafsa raf, satış elemanı ise satış elemanı; muhasebeci ise muhasebeci...Hepsi hazır edilir. Bu yüzden Erdoğan'la Babacan arasında sürdüğü belirtilen pazarlığa kısaca 'Kod Adı Çıkrıkçılar Yokuşu'ismini veriyorum.
Ancak görünen ve etkileyici olduğu kadar kucaklayıcı tavır MHP'nin sayın Devlet Bahçeli'nin tavrıdır. MHP'nin tam desteği vardır ama sınırsız değildir. Elbette sabredip, biriktirip 'alayına' diyerek tavır koyacak bir Bahçeli fotoğrafı vardır ki siyasi tecrübelerimiz/yaşanmışlıklarımız bunu göstermektedir. MHP'nin boşluğunu İyi Parti'nin doldurması sayın Meral Akşener'in tatlı/sert muhalefeti bunu göstermektedir. Babacan ile Akşener siyasi hamlelerinin birbirinden kopuk ve irtibatsız olduğunu düşünmüyorum.
Bütün baskılara rağmen Erdoğan ve Bahçeli'nin hobisi ve kararından başka yönetim kadrolarına, parti teşkilatlarına, STK'lara indirgenmemiş, benimsenmemiş bir ittifakın sürdürülebilmesi için dinamitlenmemesi gerekmektedir. Elbette MHP çantada keklik, Bahçeli zorunlu yol arkadaşı değildir.
Ebed müddet devlet için, bunu koruyacak/kollayacak ve yüceltecek birlikteliğin bozulmasına yönelik her tavır, gizli flört önümüze erken seçimi koyabilir ki bu yaşanması muhtemel bir sürecin işaret fişeği olacaktır.