Sazın Telinden Suyun Yoluna Bir Ömür: 2025 Dünya Ahisi Bahri İlhan
1943 yılının eylül ayında Keskin'in bozkırında başlayan bu hikaye, Türk halk müziğine 'Bir yiğit gurbete gitse', 'Entarisi morumuş' ve 'Suna' gibi ölümsüz eserler bırakan gizli bir dehanın, aynı zamanda nasırlı elleriyle rızık peşinde koşan bir zanaatkarın destanıdır. Şöhretin en parlak ışıklarından Suudi Arabistan'ın zindanlarına, seyyar sebze arabalarından su tesisatı dükkanına uzanan bu çileli ömrün sahibi Bahri İlhan, 2025 yılında Dünya esnaf ve sanatkarlar derneği tarafından 'Dünya ahisi' seçilerek hayatının en büyük onuruna ulaştı. İşte Bahri İlhan'ın kendi ağzından, her cümlesi ibret dolu o muazzam hayat hikayesi.
Köyde öküz gütmekten kalaycı çıraklığına ilk adımlar
Soru: Bahri amca, hikayen tam olarak nerede ve nasıl bir çocuklukla başladı?
Bahri İlhan: 'Ben 1943 yılının 9. ayının 20'sinde dünyaya geldim. Kırıkkale Keskin'in Efendi köyünde doğmuşum. 8 yaşlarına kadar o köyde davar güttüm, öküz güttüm. Hayatın çilesini daha o yaşta toprağın içinde öğrendik. Sonra gün geldi, dayılarım şehre taşındılar Keskin'e; bizi de aldılar, getirdiler. Keskin'de dayım beni götürdü, bir kalaycı dükkanına çırak verdi. Bir müddet çalıştım orada. Ama bir gün bir yanlışlık yaptık, usta bizi dükkandan kovdu. Gittim çarşıda bir havuz vardı, dibine oturdum, epey bir saat kadar ağladım. Sonra geri geldim ustaya, 'Affet' dedim. Usta bana baktı, 'Aferin' dedi ve işi geri aldı. İlk zanaat terbiyesini orada öğrendik.'
Terzilikten demirciliğe ve sobacılığa geçiş: 'İğneyle kuyu kazılmaz'
Soru: Ankara'ya göçünce neden bu kadar çok meslek değiştirdin? Demircilik ve sobacılık hayatına nasıl girdi?
Bahri İlhan: 'Keskin'den Ankara Aktaş Mahallesi'ne geldik. İlk işimiz terzi dükkanına çırak girmek oldu. Orada bir 5 sene kadar çalıştım. Terzi lisanıyla söylersek; 'kol korfa' cebi noktasına kadar geldim; yani ceketin kolunu, yakasını takmayı öğrendim. Ama baktım ki çok zor geliyor bana. Kendi kendime dedim ki: 'Ya bu ince iğneyle kuyu kazılmaz.' Bıraktım terziliği, demirci dükkanına girdim. Ankara'da o zamanlar at arabaları vardı, araba yapan ustanın yanında 6 ay çalıştım. Onların yanında örs dövdük, demir büktük. Sonra Yozgatlı bir demirci ustasına geçtim. O zaman inşaat aletleri çekiçle, keserle, kazmayla yapılırdı; biz gece gündüz onları yapardık. İşte bu demir işinden sonra sobacı dükkanına geçtim. Orada sobacı, bu kuzine sobaları meşhurdu o zaman. Ustam Bulgaristan muhaciriydi.'
Soru: Peki, o sobacı dükkanından müzik piyasasına girişin nasıl oldu?
Bahri İlhan: 'İşte her şey o sobacı dükkanında başladı. Ben orada çalışırken ustamın oğlu bağlama çalıyordu. Ben de zaten köyde öküz güderken kaval çalmayı öğrenmiştim, yanımda kavalım vardı. Baktım o bağlama çalıyor, bir gün kavalımı çıkardım, ben de ona eşlik ettim. Dinledi, 'Yahu sen ne güzel çalıyorsun' dedi. Biraz müzik öğrenince ben kavalımı daha da ilerlettim. Sonra o arkadaşla beraber düğün salonlarında müzik yapmaya başladık. Önümüzde bir solist, arkada biz... Derken kavalcı olarak ismim duyulmaya başladı. Nurettin Çamlıdağ ile tanıştım, bana 'Benim türküleri bir çal bakalım' dedi. Çaldım, hayran kaldı. 'Yarın Ulus'ta buluşalım' dedi. Yenimahalle'ye gittik. Orada Ali Ekber Çiçek, bir iki tane başka bağlamacı... Onlarla meşk yaptık. Sonra turneye çıktık. Buradan bu Ege tarafına bir ay kadar turne gezdik. Oradan geldikten sonra benim ismim müzik camiasında duyuldu. Kaval o zaman çok bulunmazdı, pek nadirdi. İsmim duyulmuş derken ben Yıldıray Çınar'la tanıştım. Yıldıray Çınar'la turneye gittik. Oradan geldikten sonra bu sefer Bedia Akartürk'le tanıştık. İsim gittikçe yayıldı. Bedia Akartürk'le yine turnelere gittik. Konya'da uzun bir müddet her sene yazın Bedia Akartürk'le beraber çalışırdık.'
Orhan Gencebay duası ve burun ameliyatı: 'Ya Rabbi bana bir beste ver'
Soru: İstanbul yılları ve o meşhur besteleriniz nasıl ortaya çıktı?
Bahri İlhan: 'İstanbul'a taşınmıştım çünkü en iyi para orada kazanılıyordu. Her plaktan 300 lira alıyordum. O ara Orhan Gencebay yeni zamanı, bir beste yapmış meşhur olmuş. Ben de dedim ki: 'Ya Rabbim, bana da bir beste yapma ihsan et.' Kadına kıza aşık olmakla yapılanın manası kalmaz, bana hakiki bir aşk ver de beste yapayım dedim. Sabahlara kadar bağlama çaldım ve 'Bir Yiğit Gurbete Gitse' türküsünü yaptım. Besteyi yapınca Şençalar şirketinin sahibi geldi, 'Hemen plak yapalım' dedi. Ben dedim ki: 'Ya benim plak yapacak sesim de yok, burnumda kemik var, nefes alamıyorum.' Adam tuttu beni Esnaf Hastanesine götürdü, ameliyat ettirdi. O kemiği aldırdık, plağı öyle okuduk. Ama ben adını yanlış koydum. 'Bağrıma Basarım Taşlar' dedim, başkaları okurken 'Bir Yiğit Gurbete Gitse' dediler. Herkesin plağı sattı, benimki satmadı. Tabii bir hikmeti var bunun.'
Soru: Türkülerinizin neden anonim veya başkasına ait olduğu sanılıyor?
Bahri İlhan: 'Bir de baktım radyodan imtihan açıldı. Radyoya alacaklar. Bir arkadaş bana dedi ki, 'La dilekçe yazmış şuraya imza at.' Ne yapacağım? 'Radyo imtihanına gideceğiz' dedi. 'La oğlum ben gidiyorum da ne yapayım? Bağlama çalmasını da bilmem.' Yani o iyi bağlama çalanlara göre ben diyorum bağlama çalmasını bilmem. Neyse imza attık. Günü geldi radyoya gittik imtihana. Ulan kapıdan bir girdim, İstanbul Radyosu'nun içinde en az 100 kişi var yani tahminen. Ama bütün radyodaki müzisyenler beni tanıyorlar çünkü plaklarda, sahnelerde karşılaşıyoruz. Dedim ki: 'La oğlum buranın arka kapısı nerede?' 'Ne yapacaksın?' dedi. 'Kaçacağım lan' dedim. Beni kimin gözü görür bu kadar bağlamacı arasında? 'Sen kazanmazsan kimse kazanmaz' dediler. Ve imtihana girdik. 'Bir Yiğit Gurbete Gitse'yi Nida Tüfekçi, Yozgatlı Nida Tüfekçi beni imtihan ediyor. Birkaç kişi daha var da ama bana dediler ki: 'Sakın ha radyo imtihanına girince bu türküyü ben beste yaptım deme. Bu türküyü çalmazlar, radyo kabul etmez.' Beste kabul etmiyorlarmış o zaman. 'Ne diyeceğim?' dedim. 'Babamdan aldım, dedemden aldım de' dediler. Nida Hoca 'Nereden aldın bu türküyü?' dedi. 'Babamdan aldım' dedim ve bu türküyü kayıt ettiler. İmtihanı kazanmış mıyım? On beş gün sonra dediler ki, 'Gel sana kaset (plak) yapacağız.' Gittim, 'Bir Yiğit Gurbete Gitse' türküsünü okudum. İstanbul Radyosu'nda bir tane 'Engininden de yükseğine çık otur, aklına geldikçe salavat getir' diye bir uzun hava bozlak okudum. Ondan sonra Hacı Taşan'ın 'Bugün Ayın Işığı', 'Elinde Bal Kaşığı' türküsünü okudum. Üç tane parçadan bir şey yaptılar. Geldim sonra dedim ki: 'La bunlar beni babalarının hayrına çağırmadılar. Şimdi yine benden beste isteyecekler.' Keskinliyim ya; Hacı Taşan da meşhur zaten. Hacı Taşan, Neşet Ertaş; o havalinin şivesi... 'Entarisi Morumuş'un sözü de müziği de benim. Ama 'Sunayı da Deli Gönül Sunayı', 'Bir Yiğit Gurbete Gitse' türkülerinin sözleri Karacaoğlan, müziği benim. Okuyan olmayınca telif olmaz ki. Ancak plak yapacaklar. Eskisi gibi plak işi kalmadı, o imkanlar geçti. Şimdi eğer birisi bana sormadan okursa cezasını çeker; sorar ederse para vererek izin alır.'
Manevi dönüşüm ve ekonomik çöküş: 'Müzisyenliğin ahlakı beni sıktı'
Soru: Şöhretin zirvesindeyken neden her şeyi bırakıp 'rızkımı başka yerden ver' dediniz?
Bahri İlhan: 'İstanbul'da çok para kazanıyordum ama o müzik camiasının içindeki ahlak yapısı beni epey bir sıkıntıya soktu evlat. İki sene boyunca ellerimi açtım yalvardım; 'Ya Rabbim beni bu işten kurtar, dağdaki çobanın rızkını veren Sensin, bana başka rızık ver' dedim. Bir günde 10 tane plak çalıyordum; 3.000 lira. Acayip bir para... E tabii biz orayı bırakınca evde sıkıntıya girdik. O paradan da pek hayır görmüyorduk. Derken biz o işi bıraktık.'
Soru: Pişmanlık var mı hiç?
Bahri İlhan: 'Ne pişmanlığı? Bu hayatı bırakmanın... Yani o hayatın sevilecek bir tarafı yok ki ya, mümkün değil ki seveyim o mesleği. Hiçbir pişmanlığım yok. Dünyanın en mutlu insanlarından biriyim ya. O iş kötü bir iş. Öyle bir kötü iş ki, yani tarifi ancak içine girersen anlaşılır. Şimdi insan, affedersin lağım çukuruna düşünce, çıkınca yanında insanlar olsa senin o lağımdan çıkan halinle yanında durur mu? O iş öyle bir iş. Bu kadar kötü. İnsan, bozulan bir şeyin pis kokusunu duyar ama yaptığı işlerin manevi kokusunu yaşarken görmediği için bırakamıyor.'
Arabistan zindanları ve seyyar satıcılık yılları
Soru: Kabe'yi görme hayaliyle gidip hapse düşmeniz ve sonrasındaki seyyar satıcılık günleri...
Bahri İlhan: 'Derken biz o işi bıraktık. Çeşitli mesleklerle uğraştık. Ondan sonra benim bir akrabam dediler ki: 'Ya bir Arap gelmiş, Arapla beraber Suudi Arabistan'a gidecekler.' Bende bir hac, umre aşkı tutuştu. Gittim hemen, 'Beni de götür' dedim. 'Ne iş yaparsın?' dediler. 'Demirciyim' dedim. O arada, 'Ya sen hiç demircide çalıştın mı?' dediler. 'Ya çalıştım, yaparım' dedim; derdim illa gitmek ya... Sonra akrabam olduğu için mecbur kabul etti. Baktım 9-10 kişi olduk. Sordum birisine, 'Ben elektrikçiyim' dedi. Ama dedi, 'Ben aynı zamanda su tesisatçısıyım.' Onu duyunca dedim ki: 'La ben demirci değilim, ben su tesisatçısıyım.' Çünkü banyo kazanı tamiri falan yapardım, musluk değiştirirdik, batarya değiştirirdik; o kadarım var ya... Tamam, olduk su tesisatçısı. Suudi Arabistan'a gittik. Riyad'da, Riyad'ın dışında bir adamın işinde çalışıyoruz. 9-10 kişi varız, şehrin dışında bir mukavele yaptık. İşte çeşitli imkanlar ama orada adam götürdü bizi inşaata. İnşaatta çalışıyoruz, inşaatta yatıyoruz; perin perişanız. Derken bir gün canım sıkıldı, ben isyan ettim. Sonra mahkemeye gittik. Mahkemede hakim, 'İşiniz tamam, bırak bunları' dedi. O da, 'Gelin sizi götüreceğim' dedi; götürdü bizi, rica etti, hapse attırdı. Dokuz gün hapiste yattım. Bir gün rüyamda bir Arap dedi ki: 'Ya bıtrak tarlası...' Tarlada bıtırak (dikenli bitki) var, yalın ayak böyle düşünüyorum. Dedi ki: 'Ya ne düşünüyorsun?' Dedim: 'Ya görmüyor musun, bıtırak var, nasıl geçeceğim?' Elimden tuttu, karşıya geçirdi. Sabahleyin kalkınca arkadaşıma dedim ki: 'La bugün işimiz tamam.' Sonra bir baktım arkadaş aspiratörü çalıştırıyor böyle kış günü. Yukarıdan, üst taraf karakol, aşağısı nezaret; bir başçavuş yukarıdan dedi ki: 'İş-hara (sıcaklık) hareketi çok mu, sıcak mı içerisi?' Ben o arada dedim ki: 'Ya işte 9 gündür yatıyoruz burada hapisiz, hiç suçumuz yok.' Arkadaş söyledi, sonra başçavuş aldı bizi yukarı götürdü. Binbaşı dedi ki: 'Hl siz içeride misiniz?' 'Evet' dedik. Sonra dedi ki: 'Gidin şu kefilinizi alın gelin.' Gittik, kefil dedi ki, 'Ya o da yüzbaşı.' 'Enes şurta' (polis) dedi, 'Yürüyün hadi gidin.' Neyse biz geldik. Sonra binbaşı iki tane askerle arkadaşı gönderdi, 'Yaka paça alın gelin' demiş. Adam geldi. Binbaşı dedi ki: 'Bunları memleketlerine gönder. Burada bu adamlar üç günden fazla yatar da ölürlerse bunun hesabını benden sorarlar. Bunların hiçbir suçu yok.' Kefil dedi ki, 'Yarın götüreceğim.' Binbaşı, 'Eğer yarın gelmezsen bunları uçakla göndereceğim, parasını senden alırım' deyince geldi ve bizi bindirdi, Türkiye'ye geldik. Türkiye'ye geldikten sonra su tesisatı için oradan bir pafta almıştım. Geldim burada bir su tesisatı dükkanı açtım.'
Soru: Bir de ayakkabıcılık ticaretiniz var. Birisi tarafından tuzağa düşürülmeniz nasıl oldu?
Bahri İlhan: 'Ameliyat olunca çağırdı, 'Gel sana bir dükkan açalım' dedi. Ülker Bisküvi fabrikasında çalışıyorduk, o da bizim şefimizdi. 'Gel beraber iş yapalım' dedi. Ben de babamdan Kırıkkale'den kalan bir evimiz var, onu satacağım, beraber iş yapacağız. Ben satamadım, o para buldu, başladı o işe. Bir müddet sonra ameliyattan sonra beni ziyarete geldi. Dedi ki: 'Ya gel, benim Hacı Doğan'da ayakkabı mağazam var, bir uğra.' Uğradım, 'Sen burada çalış, sen kabiliyetlisin, öğrenirsin bu işi' dedi. Ayakkabıcı dükkanında çalışmaya başladım. Aradan bir iki ay geçti, 'Sen bu işi benden daha iyi biliyorsun, sen dükkan açsana' dedi. 'Benim param yok arkadaş, nasıl dükkan açacağım?' dedim. 'Ben senin ayakkabını halledeceğim' dedi. Geldim Sincan'da Çarşı Camii vardı, girişinde Rafi Dayı'nın dükkanları vardı. Birini tuttum. O da geldi yere baktı, 'Burası sapa ama sen yaparsın' dedi. Bana ayakkabı verdi, ayakkabıcılık yapıyoruz. Ama bu sefer dükkanın asıl sahibi geldi, 'Paramızı ver ya arkadaş' dedi. Biz altın bozdurduk, şimdi altın yükseliyor. Dedim ki: 'Ya ben nasıl vereyim bu parayı sana? Sen bilmiyor musun?' 'Aydan aya vereyim' dediysem de yok, 'Altın vereceksin' dediler. Konya'ya gittim, Abdullah Büyük diye bir hoca efendi vardı, ona sordum. 'Ben para aldıydım, şimdi altın istiyorlar' dedim. O da beni azarladı, 'Faiz olur' diye. Geldim, neyse bir müddet sonra onlara 'Ortak olun' dedim. 'Bir sene sonra burayı boşaltırken siz karışmayın işime, hem ortak olun hem de ben sizin borcunuzu ödeyeyim ama işime karışmayın' dedim. Neticede işime karıştılar. Ben de bir müddet sonra dedim: 'Arkadaş, siz benim işime karışıyorsunuz.' 'Karışırız' dediler. Ceketimi aldım, çıktım.'
Soru: Dükkanı terk ettikten sonra Konya maceranız nasıl başladı ve orada ne işler yaptınız?
Bahri İlhan: 'Epey bir sıkıntı çektim ama bir arkadaş beni Ramazan günü yanına çağırdı. Dedi ki: 'Bahri abi al şunu, benim zekatım.' 14.000 lira mı ne para verdi. Onu alınca borçlarımı hallettim, doğru Konya'ya gittim. Konya'da 'Ne iş yapacaksın?' dediler. 'Ayakkabı boyacılığı yaparım' dedim. Dediler ki: 'Ayakkabı boyacılığıyla karnını doyuramazsın.' 'Burada sebzecilik yap' dediler. Üç tekerlekli araba hallettim, sokaklarda sebze satıyorum. Mide kanamasından yattım ve oradan geldiler, benim eşyalarımı aldılar Ankara'ya; evimi geri getirdiler. Su tesisatı dükkanıyla çalışırken çocukları da peyderpey, bebeler büyüdükçe yanıma aldım. Onlar da bu işi öğrendiler. Hayat böyle devam ederken, şu anda bulunduğumuz dükkan benim eski dükkanımdı. Bundan evvel başka yerde bir dükkanım da vardı. Çocuklar meslek sahibi oldular, biz de emekli olduk.'